Osmanlı İmparatorluğu’nda Misyonerlik Faaliyetleri

 


Misyoner kelimesinin kökenine baktığımız zaman Latince “göndermek” fiilinden türetilmiş olduğunu görüyoruz. Misyon ve misyoner sözcüğü Latinceden almanca ve Fransızcaya geçmiş, buradan da Türkçeye girmiştir. Misyoner görevli kimse, göreli papaz/rahip anlamına gelmektedir. Papaz ve rahiplerin Hıristiyanlığı yaymak maksadıyla ülke topraklarının dışına göreve gittiğini düşününce misyoner sözcüğünün “göndermek” fiilinden türemesi mantıklı görünüyor.

Misyonerlik dini yaymak için ortaya çıkmış bir görevdir. Bu görevi üstlenen kişiye misyoner denir. Misyonerlik önceleri her dinde vardı. Yani mevcut dinler, dini öğretilerini yaymak için misyonerler yetiştiriyorlar ve komşu ülkelere, yabancı ülkelere gönderiyorlardı. Fakat misyonerlik zamanla yalnızca Hıristiyanlığa ait olan bir kavram haline gelmiştir. Hıristiyan rahipler misyoner olabilmek için gidecekleri toplumun siyasi, dini, içtimai özellikleri hakkında eğitim almışlar ve buralarda Hıristiyanlık dinini yaymaya çalışmışlardır.  İlerleyen dönemler misyonerler casusluk faaliyetlerinde de bulunmuş, içine girdikleri toplumlarda kendi dini öğretilerini yaymakla kalmayıp, o toplumun siyasi, askeri, ekonomik ve toplumsal durumu hakkında edindikleri bilgileri bağlı oldukları dini merkezlere raporlamışlardır. Bu sebeple misyonerleri casusluk kavramının öncüsü olarak kabul edebiliriz.

İslam dininde de insanlara tebliğ ve davet uygulaması vardır. İslam dinine inananlar kendi doğrularını insanlara duyururlar yani tebliğ ederler, daha sonra İslam dinine davet ederler, tebliğ ve davet alan insanlar ise bu teklifi kabul eder ya da etmez. İslam inancına göre bir Müslümanın sorumluluğu bu kadardır: Tebliğ etmek ve davet etmek. Hıristiyanlıktaki misyonerlik faaliyetleri ise bundan farklıdır. Misyonerlik kavramı günümüzde tamamen Hıristiyanlık dinini yaymaya çalışan görevlilerle özdeşleşmiş bir kelime haline gelmiştir. Hıristiyan misyonerler sadece tebliğ ve davet ile yetinmezler. İçinde bulundukları ne olursa olsun Hıristiyanlaştırmaya çalışırlar.

Batı uygarlığının ilerlemesi ve güçlenmesi ile beraber misyonerler de emperyalist Batı’nın amaçlarına hizmet eden görevliler haline gelmiştir. İlk zamanlarda sadece dini görevliler tarafından üstlenilen ve ifa edilen misyonerlik görevi zamanla doktor, hemşire, bilim adamı, barış gönüllüsü ve araştırmacı kimliklerine de bürünmüştür. Bu münasebetle okullar, hastaneler, dispanserler, vakıflar, dernekler, yabancı dil kursları, yetimhaneler ve yayınevleri gibi organlar misyonerlerin faaliyet alanı içerisine girmiştir. Misyonerlik faaliyetlerini icra edenlerin mesleklerinde değişiklik olduğu gibi amaçlarında da değişiklikler meydana gelmiştir. Önceleri sadece ruhban sınıfı tarafından yapılan misyonerlik farklı meslek grupları tarafından da yapılır hale geldi. İçinde bulundukları toplumun sosyal, siyasal ve askeri özelliklerini tespit edip raporlamaktan da öteye geçip buralarda ihtilallar yapmak, devrimler-isyanlar gerçekleştirmek, İslam inancı içinde yer alan tarikatlara sızarak buraları kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmek de misyonerlerin faaliyet alanına girmiştir.

Misyonerler güçlü bir Hıristiyan dünyası oluşturmak için insanları kendi din ve mezheplerine kazandırmaya çalışmışlardır. Bu amaç için her meslek ve görevi kullanmayı mubah saymışlardır. Hıristiyanlara göre dünya dinsizdir. Hıristiyan olmayanlar dinsizdir. İnsanlar Hıristiyan olursa bir dine mensup olmuş olacaklardır.

Misyonerler amaçlarına ulaşmak için son derece planlı ve akılcı davranmışlardır. Misyonerlik yapmaya geldikleri bölgelerde ilk önce tamamen sessiz kalırlar ve kendilerini topluma kabul ettirirler. Yerlerini garantileyip, topluma kendilerini kabul ettirdikten sonra Hıristiyanlığı yaymak için dini telkinlere başlarlardı. Amaç gittikleri bölgede yavaş yavaş insan kazanmak, sonra bir cemaat haline gelmektir.

Hıristiyan misyonerler kurdukları manastırları bir üs olarak kullanmışlardır. Gittikleri bölgelerin insanlarının dilini ve adetlerini öğrenerek sempatik görünmeye çalışmışlardır. Daha üst bir uygarlıktan geldikleri için gittikleri bölgelerde sahip oldukları bilgilerin avantajlarını kullanmışlar, tarım ve hayvancılık alanlarında geri kalmış toplumlara yol göstermişler. Böylece çağdaş, gelişmiş, ileri ve zengin bir toplum olmayı Hıristiyan olmakla özdeşleştirmeye çalışmışlardır. Misyonerlerin aynı zaman da bir imaj mühendisi olduklarını da böylece anlayabiliriz.

Misyonerler gittikleri toplumlarda göze batmamak, onlarla bütünleşmek için bölgenin kıyafetlerini giymişlerdir. Elbette bu tamamen iç dünyalarındaki farklılığı biraz olsun dış görünüşleriyle perdeleme çabasıdır. Örneğin İstanbul’a gelen ve Robert Koleji’ni kuran Cyrus Hamlin dikkat çekmemek için Osmanlılar gibi sakal bırakmış ve fes giymiştir.

Misyonerliğin hem siyasi hem de dini emelleri vardır. Dini açıdan bakacak olursak misyonerler ilk önce dikkat çekmez, içinde bulunduğu topluma uyum sağlar, bazen bir Müslüman’dan daha dindar görünür. Fakat gerçek görevi toplumun değerlerini aşındırmak, dinden uzaklaştırmak ve ahlakı bozmaktır. Bu bozulma sunucunda bir bunalıma sürüklenen toplumlara ise Hıristiyanlığı aşılamaya çalışır. Namaz ve oruç gibi ibadetlerin Hıristiyanlıkta olmadığını, Hıristiyanlığın daha kolay ve rahat bir din olduğunu telkin eder. Gittikleri bölgelerde etnik ayrılıkları da ön plana çıkarırlar ve devleti bölmeye çalışırlar. Genç nesilleri bozmaya, dini değer ve geleneklerden uzaklaştırmaya çalışırlar.

Misyonerler kendi ülkelerinden başka ülkelere gönderilirken törenler düzenlenir, zengin insanlar misyonerler için kiliselere bağışlarda bulunur. Yeni topraklara gelen misyonerler bir tahtakurusu gibi devlet ve milletleri içeriden kemirmeye başlar.

İncil’de geçen pek çok yer ve kilise isminin Anadolu’da yer alması sebebiyle Hıristiyanlar Anadolu’ya “Bible Land” demiştir. Anadolu’ya gelen misyonerlerin motivasyon kaynağı “önceden Hıristiyan toprakları olan Anadolu’nun yeniden Hıristiyanlaştırılması, aslına döndürülmesi” düşüncesidir. Aynı zamanda Osmanlı Devleti güçten düşmeye başlayınca Osmanlıların varlıkları ve zenginliklerini bölüşmek, ele geçirmek isteyen emperyalistler misyonerlik faaliyetlerini de kullanmıştır. Açılan yabancı okullar Osmanlı Devleti’nde yaşayan Hıristiyan azınlıklara eğitim vermiş ve onları Osmanlı düşmanlığı temeline dayanan bir milliyetçilik anlayışıyla yetiştirmiştir. Osmanlı Devleti’ndeki misyonerlik faaliyetleri dini, siyasi ve ticari nüanslar taşımaktadır. Misyonerlerin amacı şahsi olarak sadece Hıristiyanlığı yaymak olsa bile faaliyetleri sayesinde kapitalist ve emperyalist güçlerin Osmanlı Devleti’nin parçalamasına yardımcı olmuşlardır.

Misyonerler Müslüman Türkleri Hıristiyanlaştırmanın imkânsız olduğuna kanaat getirmekle beraber Hıristiyan azınlık sayesinde devletin içine girmiş ve yerleşmiştir. Rum, Ermeni, Yahudi, Arap, Nesturi, Bulgar, Kürt gibi unsurlar misyonerlerin hedefinde olmuş ve onları hem milliyetçilik düşüncesiyle yetiştirmişler hem de Hıristiyanlığa kazandırma amacıyla faaliyetlerde bulunmuşlardır. Görüldüğü üzere sadece Hıristiyan azınlık üzerinden değil, etnik farklılıklar üzerinden da Osmanlı Devleti parçalanmaya, zenginlikleri ele geçirilmeye çalışılmıştır.

Misyonerler Osmanlı Devleti’ndeki faaliyetleri ile Hıristiyan olan fakat dini bilgisi olmayanlara Hıristiyanlığı ve İncil’i öğretmeye çalışmışlardır. Öte yandan Hıristiyan dünyasındaki mezhep ayrılıklarına son vermek, Batı ve Doğu Hıristiyanlarını birleştirmek istedikleri için Osmanlı sınırlarında yaşayan Ortodoksları Katolikleştirmeye çalışmışlardır. Müslüman Türk çocuklarının ise dinini unutmasını sağlamaya çalışmışlardır.

Fener Rum Patrikhanesi Bizans’ı yeniden diriltmek için, Cizvitler Ortodoks ve Katolik kiliselerini birleştirmek için faaliyetlerde bulunmuşlardır. Protestanlar da Islahat Fermanı’nın onlara verdiği imkânlardan faydalanıp birçok okul açmışlar ve buralarda Ermenileri yetiştirmişlerdir. Etnik problemlerin olduğu bölgelerde yabancı okulların sayısı fazladır. Katolikler genellikle Fransa, İtalya ve Avusturya tarafından, Ortodokslar Rusya tarafından ve Protestanlar da İngiltere, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından korunmuşlardır. İngiliz Protestan misyonerleri daha çok Ortadoğu’ya yönelik olarak çalışırlarken, Amerikalı misyonerler de Anadolu’ya ağırlık vermişlerdir. Hıristiyan misyoner örgütleri genellikle Avrupa kamuoyuna karşı “zavallı Ermeniler” , “zavallı Hıristiyanlar” mesajı veren propagandalar yapmıştır. Maksat Avrupa kamuoyunun da desteğini alıp, Osmanlı Devleti’nin parçalanması sürecini hızlandırmak ve kolaylaştırmaktır. 1850’li yıllardan itibaren İncil Türkçeye ve diğer azınlıkların diline çevrilmiş ve tüm Anadolu’ya dağıtılmıştır. Kurulan okullar, yardım cemiyetleri, yetimhaneler, hastaneler ve dernekler misyonerlerin Osmanlı Devleti’ni parçalamak için kullandıkları bir üs, Osmanlı’nın kalbine giren bir casusluk limanı olarak kullanılmıştır.


Kaynak

Yorumlar